TAKVA.....
2 posters
1 sayfadaki 1 sayfası
TAKVA.....
Müminler olarak şunu bilmeliyiz ki "Din" hiçbir "insanın" tekelinde değildir. Dinin sahibi Allah’tır ve "Dini" Hazreti Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ve ona kadar da birçok peygamber üzerinden kullarına ulaşmıştır. İnsanlık tarihi boyunca hak dinin adı "İslam"dır.
* * *
İslam'ın ilk iki ana kaynağı Kur'an–ı Kerim ve sünnet ile sabittir ki din'i mübin'i İslam'ın tebliğ ettiği tüm hükümler ef'al'i mükellefin olarak tasnif edilenlerdir. Yani İslam'ın sorumlu kıldığı işlerdir ki farz, vacip, sünnet, haram, mekruh, müfsit ve mübah. Kitab–ı Kerim'imizin içeriği olan 6666 ayeti celilenin her biri bu hükümlerden biriyle kayıtlıdır. Yani farz olanı vardır, vacip olanı vardır, mübah olanı ve devam edip gider.
* * *
Kuran–ı Azimmüşşan ve sünnet–i seniyyede farzlar, vacipler, sünnetler, müstehaplar haramlar, mekruhlar, müfsitler ve mübahlar belirlenmiştir. Numan İbni Beşir'den gelen bir hadis–i şerifte Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Haram bellidir. Helal bellidir bu ikisi arasında bulunanlar şüphelilerdir. İnsanlardan çoğu onları bilmez. Kim şüphelilerden sakınırsa dinini ve namusunu korumuş olur. Kim şüphelilerin içine düşerse, bir korunun etrafında koyun bekleyen çoban gibidir ki koruya düşmelerinden korkulur. Dikkatli olunuz. Her hükümdarın bir korusu vardır. Dikkatli olunuz. Allah’ın korusu O'nun haram kıldıklarıdır. Dikkatli olunuz. Bedende bir et parçası vardır, o sıhhatli olduğu zaman bütün beden sıhhatli olur, hasta olduğunda bütün beden hasta olur. Dikkatli olunuz. O (et parçası) kalptir."
Bu hadis–i şerifin öğretisine göre haram diye tasnif edilen hiçbir yasağın etrafında olmamaya asgari ve azami gayret, çaba ve titizlik göstermeliyiz. Ayrıca haram ya da helal olduğu, hakkında kitap, sünnet, icma hatta kıyasla delaleti olmayan ve ayrıca mübah olarak ta değerlendirilmeyen her meseleden kaçınmak "yasak addedilen koru" konumundadır.
* * *
Bugün Müslümanların ekserisi tarafından düşülen büyük bir yanılgı takvanın yanlış değerlendirilmesidir. Bu yazımız meseleye açıklık getirmek babından bir başlangıç olacaktır. Zira sahifeler bu meseleyi hakkıyla anlatmaya, anlamda müsait değildir. Bilmeliyiz ki takva "Allah tarafından bizzat emredilen önerilen, tavsiye edilen, vicdanın, itikadın ve ameli salihin tüm safhalarını içeriğinde toplayan bir yaklaşımdır."
“Takva" herhangi bir âlimin ya da mürşidin veya hocanın önerisiyle ortaya çıkmış bir yaşam tarzı değildir. "Takva" Kuran–ı Mübin'de hususan ve muhtelif surelerde üzerinde yer yer durulan durdurulmaya davet edilen kulluğun kemali, ahlakın cemali ve amelin sulhu için –olmazsa olmaz– olanlar cümlesindendir. "Takva" ruhun gerçek pozisyonudur. Takva ruha giydirilmek istenen ideal elbisedir. Takva mü'min kişinin hakiki kimliğidir ki Hucurat suresinde Allah celle celaluhu bunu şöyle haber vermektedir:
"Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavim ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız O'na karşı en takva olanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır."
Görüldüğü gibi kabile farklılığı, soy–sop değişikliği birbirimize fayda sağlamaktan başka bir işle yaramaz.
Allah kullarından takva istiyor, takva sahibi mümin muttaki şahsiyettir. Takva, bu cazibeli ve şeytanın hilelerinin güzel gösterildiği bu dünya hayatında ruhu ve nefsi arındırma mekanizmasıdır.
İYİLİK YÜZLERİNİZİ DOĞU VE BATI
TARAFINA ÇEVİRMENİZ DEĞİLDİR...
Bakara suresinin ilk ayetlerinde muttaki kulların özellikleri şöyle ifade edilir: "Onlar gayba inanırlar, namazı gereği üzere eda ederler ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan harcarlar. Onlar sana ve senden önce gönderilene inanırlar ve ahirete de yakinen inanırlar(görür gibi). İşte bunlar Allah tarafından olan bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de bunlardır." Devamla Bakara 177 de muttakiler şöyle vasfedilir:
"İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, o kimsenin yaptığıdır ki, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır Allah'ın rızasını gözeterek yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve kölelere sevdiği maldan harcar, namaz kılar, zekât verir, antlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir, sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder işte doğru olanlar bu vasıfları taşıyanlardır. Muttakiler ancak onlardır!"
A'raf suresi 26. ayet–i kerimede şöyle buyuruluyor:
"Ey âdemoğulları! Size ayıp yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise yarattık, takva elbisesi… İşte odur en hayırlı olan. Bunlar Allah'ın ayetlerindendir. Belki düşünüp öğüt alırlar." Takva elbisesi müfessirler tarafından haya, salih amel, yüzdeki hoş çehre, tevazü belirtisi olan sert ve yün elbise, Allah korkusu, emretiği ve yasakladığı konularda Allah'tan sakınmayı şiar edinmedir.
AMELLER NİYETLERE GÖREDİR
Allah celle celaluhu takvayı Hac suresi 37. ayet–i kerime de şöyle bildiriyor:
"Onların ne etleri ne de kanları Allah'a ulaşır fakat O’na sadece sizin takvanız ulaşır. Sizi hidayete erdirdiğinden dolayı Allah'ı büyük tanıyasınız diye O, bu hayvanları böylece sizin istifadenize verdi (Ey Muhammed) güzel davrananları müjdele."
Bu ayet genel olarak bütün ibadetlerde iyi niyet ve ihlâsın gerekliliğini ortaya koymaktadır. Anlaşılıyor ki ibadetlerimizde bizi Allah rızasına ulaştıracak olan temel unsur, kalplerimizin takvası, yani bu ibadetleri gösterişten uzak olarak sırf Allah rızası için yapma çabasıdır. Nitekim Hazreti Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir hadislerinde:
"Amellerin kıymeti ancak niyetlere göredir. Herkesin niyeti neyse eline geçecek olan da odur." Takva, takva sahipleri ve takvanın değeri ile alakalı daha birçok ayeti kerimeler vardır.
Yukarıda beyan ettiğimiz ef'ali mükellefinle takvanın kimliği tahakkuk eder. Tevbe suresi 119. ayet–i kerimede muhafaza altına alınmaya teşvik edilir. Şöyle ki:
"Ey iman edenler! Allah'tan sakının ve sadıklarla beraber olun." Burada ef'ali mükellefin konumunu yerleştirme, vicdanda takvayı hâkim kılma işlevinin tahkikiyete kavuşması sadıklarla oluşabilecek bir cemiyetin gerekliliği anlaşılıyor. Sadıklardan oluşmuş bir cemiyet muttaki mümini terakkiden terakkiye götürecektir. Zira sadıklar cemiyeti Allah tarafından "Onlar ne güzel arkadaştır" diye övgüye mazhar olmuşlardır. O halde Allah tarafından arkadaşlığı beğenilen ve tavsiye edilen sadıklar topluluğu takvanın önderleridir.
Hiçbir kimse "sizler takva olanı yaşıyorsunuz", "şöyle giyinen takvadır", "böyle bilen takvadır", "sizler aşırıya gidiyorsunuz". "esasen böylesi sizin cemaatin tavsiyesidir", "fetvalı Müslüman" gibi ifadelerini kullanma hakkına sahip değildir. Ne yazık ki Müslümanların bileni de bilmeyeni de hakiki ilme Kur'an ve sünnetin icma ve kıyasın derin vukufiyetine mazhar olamadıklarından; bulundukları eğitim sisteminin eğitimsizliğinden ve dolayısıyla kendi kendilerini eğitmelerinden kaynaklanan nedenlerle takva ve fetva meselesi batıl ve gayri ilmi bir mecraa çekilmiştir.
ALLAH’TAN GÜCÜNÜZ MİKTARINCA SAKININ
Bilmeliyiz ki takva her türlü sapık ve kötü yollardan, başıboş ve hayvani yaşama tarzından arınarak kalbi Allah'a teslim etmenin hayatı onun kanunlarına göre düzenlemenin ve böylece bir ahlak disiplinine girmenin ifadesidir. İman ise bütün batıl ve yanlış inançlardan sıyrılarak hakka ulaşmış olmaktır. İman ve takva bütünlüğünü Kur'an ve sünnet rehberliğinde hatta icma ve kıyas hükümleri ile muhafaza etmeye gayret eden her mümin "Allah'tan gücünüz miktarınca sakının" ayetinin çerçevesine girmiş ve muttaki olmuş olur. Takva ve fetva diye bir sınıflandırma cahilane bir yaklaşımdır. Fetva, İslam'ın hükümleri ile ilgili hususları cevaplayan bir kurumdur. Müçtehidlerin müfti ve muharriçlerin bulunduğu mü'minlere Kur'an'a göre cereyan eden lehlerinde ya da aleyhlerinde ki meselelerin çözümlendiği mercidir.
Dolayısıyla fetvalı Müslüman, ifadesi yanlış bir yaklaşımdır ve haksız bir neticedir. Ancak şu vardır, azimet ve ruhsat. Azimet şari'i hâkim olan Allah'ın kullarına emrettiği ya da yasakladığı tüm hükümleridir. Ruhsat ise azimetle alakalı meselelerin yapılmasını engelleyen bir zaruretten dolayı yine Allah'ın kullarına gösterdiği kolaylıklardır. Gerekli olduğunda ruhsatı kullanmak muttakiliği zedelemediği gibi belki muttakiliğin gereğidir. Örneğin ramazan orucunda hasta ve yolcu olan birinin oruç tutması esasen sakıncalıdır. Burada onun ruhsat kullanması Allah'ın ona verdiği müsaadeyi değerlendirmesidir ki bu da takvadır. Azimetin gerektiği yerde azimeti, ruhsatın gerekli oldu yerde ruhsatı kullanmak takvaya aykırı değildir. Bu durumda "eşyayı yerli yerine koyma kuralına göre emir ve nehileri vicdanında titizlikle değerlendirmeye gayret eden her mümin muttakidir ve gereksiz yere ruhsatla amel ediyorsa fetvalı mümin denilemeyeceği gibi isyankâr bir mümindir. Örneğin havanın sıcaklığından dolayı tahammül edemeyip orucunu tutmayan bir müminin durumu isyan konumundadır. Günah işliyordur. Cemiyete çıkarken dış tesettürünü üzerine almadan (zaruretsiz) çıkan bir mümine hanımefendi yine günahkârdır. Bunlar ruhsatları nefsanî arzularına göre değerlendirmeleri münasebetiyle muttakiliğin ölçüsünün dışına çıkmışlardır.
HEP BİRLİKTE
ALLAH’IN İPİNE SIMSIKI YAPIŞIN
Özetle diyebiliriz ki azimet ve ruhsat her ikisi yerli yerinde yapıldığında ve bu konumlardaki titizlik tavrı takvadır ve fetva ise bütün bunları kapsayan konumdur. O halde cemiyetler arası meydana gelen bugünkü ameli ayrılıklar bu yanlış anlamadan oluşmuştur. Bugün ehlisünnet velcemaat içerisinde Kur'an ve sünnet cemaatinin ameli safhada takvalı ve fetvalı Müslüman diye kategorize edilmesi A'li İmran suresi ayet 103. ayet–i kerimede:
"Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı yapışın parçalanmayın" ifadesine aykırı hareketle "takvanın gereğinin bilakis yapılmamasıdır" Her insanın takva istidadı farklıdır. Kâinatta her varlığın işlemi farklı fonksiyonlarla icra edilir. Takvanın sınırları Allah tarafından belirlenmiş, takva Allah tarafından emredilmiş akıbetin ve hayırlı sonucun takva sahiplerine ait olduğu bildirilmiş ve ayrıca takvanın insanın istidadına göre de yapılabilirliği Allah tarafından işaret edilmiştir.
* * *
Son olarak; takva Allah'tan sakınma, ruhun vicdanıdır. Ruh takva ile bezendiğinde nefis ona esir olur. Nefis dünya sevgisiyle bezendiğinde ruh nefse esir olur. Ef'ali mükellefin sahibi mümin kişi bu birimlerin her noktasında gösterdiği liyakatsizlikle kendine zulmeden 'zalim' unvanını alır. Nitekim Allah Fatır suresi 32. ayetinde şöyle buyurur:
"Sonra kitabı kullarımız arasından seçtiklerimize verdik, onlardan kimi kendisine zulmeder, kimi ortadadır, kimide Allah'ın izniyle hayırlarda öne geçmek için yarışır. İşte büyük fazilet budur".
* * *
İslam'ın ilk iki ana kaynağı Kur'an–ı Kerim ve sünnet ile sabittir ki din'i mübin'i İslam'ın tebliğ ettiği tüm hükümler ef'al'i mükellefin olarak tasnif edilenlerdir. Yani İslam'ın sorumlu kıldığı işlerdir ki farz, vacip, sünnet, haram, mekruh, müfsit ve mübah. Kitab–ı Kerim'imizin içeriği olan 6666 ayeti celilenin her biri bu hükümlerden biriyle kayıtlıdır. Yani farz olanı vardır, vacip olanı vardır, mübah olanı ve devam edip gider.
* * *
Kuran–ı Azimmüşşan ve sünnet–i seniyyede farzlar, vacipler, sünnetler, müstehaplar haramlar, mekruhlar, müfsitler ve mübahlar belirlenmiştir. Numan İbni Beşir'den gelen bir hadis–i şerifte Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Haram bellidir. Helal bellidir bu ikisi arasında bulunanlar şüphelilerdir. İnsanlardan çoğu onları bilmez. Kim şüphelilerden sakınırsa dinini ve namusunu korumuş olur. Kim şüphelilerin içine düşerse, bir korunun etrafında koyun bekleyen çoban gibidir ki koruya düşmelerinden korkulur. Dikkatli olunuz. Her hükümdarın bir korusu vardır. Dikkatli olunuz. Allah’ın korusu O'nun haram kıldıklarıdır. Dikkatli olunuz. Bedende bir et parçası vardır, o sıhhatli olduğu zaman bütün beden sıhhatli olur, hasta olduğunda bütün beden hasta olur. Dikkatli olunuz. O (et parçası) kalptir."
Bu hadis–i şerifin öğretisine göre haram diye tasnif edilen hiçbir yasağın etrafında olmamaya asgari ve azami gayret, çaba ve titizlik göstermeliyiz. Ayrıca haram ya da helal olduğu, hakkında kitap, sünnet, icma hatta kıyasla delaleti olmayan ve ayrıca mübah olarak ta değerlendirilmeyen her meseleden kaçınmak "yasak addedilen koru" konumundadır.
* * *
Bugün Müslümanların ekserisi tarafından düşülen büyük bir yanılgı takvanın yanlış değerlendirilmesidir. Bu yazımız meseleye açıklık getirmek babından bir başlangıç olacaktır. Zira sahifeler bu meseleyi hakkıyla anlatmaya, anlamda müsait değildir. Bilmeliyiz ki takva "Allah tarafından bizzat emredilen önerilen, tavsiye edilen, vicdanın, itikadın ve ameli salihin tüm safhalarını içeriğinde toplayan bir yaklaşımdır."
“Takva" herhangi bir âlimin ya da mürşidin veya hocanın önerisiyle ortaya çıkmış bir yaşam tarzı değildir. "Takva" Kuran–ı Mübin'de hususan ve muhtelif surelerde üzerinde yer yer durulan durdurulmaya davet edilen kulluğun kemali, ahlakın cemali ve amelin sulhu için –olmazsa olmaz– olanlar cümlesindendir. "Takva" ruhun gerçek pozisyonudur. Takva ruha giydirilmek istenen ideal elbisedir. Takva mü'min kişinin hakiki kimliğidir ki Hucurat suresinde Allah celle celaluhu bunu şöyle haber vermektedir:
"Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavim ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız O'na karşı en takva olanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır."
Görüldüğü gibi kabile farklılığı, soy–sop değişikliği birbirimize fayda sağlamaktan başka bir işle yaramaz.
Allah kullarından takva istiyor, takva sahibi mümin muttaki şahsiyettir. Takva, bu cazibeli ve şeytanın hilelerinin güzel gösterildiği bu dünya hayatında ruhu ve nefsi arındırma mekanizmasıdır.
İYİLİK YÜZLERİNİZİ DOĞU VE BATI
TARAFINA ÇEVİRMENİZ DEĞİLDİR...
Bakara suresinin ilk ayetlerinde muttaki kulların özellikleri şöyle ifade edilir: "Onlar gayba inanırlar, namazı gereği üzere eda ederler ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan harcarlar. Onlar sana ve senden önce gönderilene inanırlar ve ahirete de yakinen inanırlar(görür gibi). İşte bunlar Allah tarafından olan bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de bunlardır." Devamla Bakara 177 de muttakiler şöyle vasfedilir:
"İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, o kimsenin yaptığıdır ki, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır Allah'ın rızasını gözeterek yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve kölelere sevdiği maldan harcar, namaz kılar, zekât verir, antlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir, sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder işte doğru olanlar bu vasıfları taşıyanlardır. Muttakiler ancak onlardır!"
A'raf suresi 26. ayet–i kerimede şöyle buyuruluyor:
"Ey âdemoğulları! Size ayıp yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise yarattık, takva elbisesi… İşte odur en hayırlı olan. Bunlar Allah'ın ayetlerindendir. Belki düşünüp öğüt alırlar." Takva elbisesi müfessirler tarafından haya, salih amel, yüzdeki hoş çehre, tevazü belirtisi olan sert ve yün elbise, Allah korkusu, emretiği ve yasakladığı konularda Allah'tan sakınmayı şiar edinmedir.
AMELLER NİYETLERE GÖREDİR
Allah celle celaluhu takvayı Hac suresi 37. ayet–i kerime de şöyle bildiriyor:
"Onların ne etleri ne de kanları Allah'a ulaşır fakat O’na sadece sizin takvanız ulaşır. Sizi hidayete erdirdiğinden dolayı Allah'ı büyük tanıyasınız diye O, bu hayvanları böylece sizin istifadenize verdi (Ey Muhammed) güzel davrananları müjdele."
Bu ayet genel olarak bütün ibadetlerde iyi niyet ve ihlâsın gerekliliğini ortaya koymaktadır. Anlaşılıyor ki ibadetlerimizde bizi Allah rızasına ulaştıracak olan temel unsur, kalplerimizin takvası, yani bu ibadetleri gösterişten uzak olarak sırf Allah rızası için yapma çabasıdır. Nitekim Hazreti Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir hadislerinde:
"Amellerin kıymeti ancak niyetlere göredir. Herkesin niyeti neyse eline geçecek olan da odur." Takva, takva sahipleri ve takvanın değeri ile alakalı daha birçok ayeti kerimeler vardır.
Yukarıda beyan ettiğimiz ef'ali mükellefinle takvanın kimliği tahakkuk eder. Tevbe suresi 119. ayet–i kerimede muhafaza altına alınmaya teşvik edilir. Şöyle ki:
"Ey iman edenler! Allah'tan sakının ve sadıklarla beraber olun." Burada ef'ali mükellefin konumunu yerleştirme, vicdanda takvayı hâkim kılma işlevinin tahkikiyete kavuşması sadıklarla oluşabilecek bir cemiyetin gerekliliği anlaşılıyor. Sadıklardan oluşmuş bir cemiyet muttaki mümini terakkiden terakkiye götürecektir. Zira sadıklar cemiyeti Allah tarafından "Onlar ne güzel arkadaştır" diye övgüye mazhar olmuşlardır. O halde Allah tarafından arkadaşlığı beğenilen ve tavsiye edilen sadıklar topluluğu takvanın önderleridir.
Hiçbir kimse "sizler takva olanı yaşıyorsunuz", "şöyle giyinen takvadır", "böyle bilen takvadır", "sizler aşırıya gidiyorsunuz". "esasen böylesi sizin cemaatin tavsiyesidir", "fetvalı Müslüman" gibi ifadelerini kullanma hakkına sahip değildir. Ne yazık ki Müslümanların bileni de bilmeyeni de hakiki ilme Kur'an ve sünnetin icma ve kıyasın derin vukufiyetine mazhar olamadıklarından; bulundukları eğitim sisteminin eğitimsizliğinden ve dolayısıyla kendi kendilerini eğitmelerinden kaynaklanan nedenlerle takva ve fetva meselesi batıl ve gayri ilmi bir mecraa çekilmiştir.
ALLAH’TAN GÜCÜNÜZ MİKTARINCA SAKININ
Bilmeliyiz ki takva her türlü sapık ve kötü yollardan, başıboş ve hayvani yaşama tarzından arınarak kalbi Allah'a teslim etmenin hayatı onun kanunlarına göre düzenlemenin ve böylece bir ahlak disiplinine girmenin ifadesidir. İman ise bütün batıl ve yanlış inançlardan sıyrılarak hakka ulaşmış olmaktır. İman ve takva bütünlüğünü Kur'an ve sünnet rehberliğinde hatta icma ve kıyas hükümleri ile muhafaza etmeye gayret eden her mümin "Allah'tan gücünüz miktarınca sakının" ayetinin çerçevesine girmiş ve muttaki olmuş olur. Takva ve fetva diye bir sınıflandırma cahilane bir yaklaşımdır. Fetva, İslam'ın hükümleri ile ilgili hususları cevaplayan bir kurumdur. Müçtehidlerin müfti ve muharriçlerin bulunduğu mü'minlere Kur'an'a göre cereyan eden lehlerinde ya da aleyhlerinde ki meselelerin çözümlendiği mercidir.
Dolayısıyla fetvalı Müslüman, ifadesi yanlış bir yaklaşımdır ve haksız bir neticedir. Ancak şu vardır, azimet ve ruhsat. Azimet şari'i hâkim olan Allah'ın kullarına emrettiği ya da yasakladığı tüm hükümleridir. Ruhsat ise azimetle alakalı meselelerin yapılmasını engelleyen bir zaruretten dolayı yine Allah'ın kullarına gösterdiği kolaylıklardır. Gerekli olduğunda ruhsatı kullanmak muttakiliği zedelemediği gibi belki muttakiliğin gereğidir. Örneğin ramazan orucunda hasta ve yolcu olan birinin oruç tutması esasen sakıncalıdır. Burada onun ruhsat kullanması Allah'ın ona verdiği müsaadeyi değerlendirmesidir ki bu da takvadır. Azimetin gerektiği yerde azimeti, ruhsatın gerekli oldu yerde ruhsatı kullanmak takvaya aykırı değildir. Bu durumda "eşyayı yerli yerine koyma kuralına göre emir ve nehileri vicdanında titizlikle değerlendirmeye gayret eden her mümin muttakidir ve gereksiz yere ruhsatla amel ediyorsa fetvalı mümin denilemeyeceği gibi isyankâr bir mümindir. Örneğin havanın sıcaklığından dolayı tahammül edemeyip orucunu tutmayan bir müminin durumu isyan konumundadır. Günah işliyordur. Cemiyete çıkarken dış tesettürünü üzerine almadan (zaruretsiz) çıkan bir mümine hanımefendi yine günahkârdır. Bunlar ruhsatları nefsanî arzularına göre değerlendirmeleri münasebetiyle muttakiliğin ölçüsünün dışına çıkmışlardır.
HEP BİRLİKTE
ALLAH’IN İPİNE SIMSIKI YAPIŞIN
Özetle diyebiliriz ki azimet ve ruhsat her ikisi yerli yerinde yapıldığında ve bu konumlardaki titizlik tavrı takvadır ve fetva ise bütün bunları kapsayan konumdur. O halde cemiyetler arası meydana gelen bugünkü ameli ayrılıklar bu yanlış anlamadan oluşmuştur. Bugün ehlisünnet velcemaat içerisinde Kur'an ve sünnet cemaatinin ameli safhada takvalı ve fetvalı Müslüman diye kategorize edilmesi A'li İmran suresi ayet 103. ayet–i kerimede:
"Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı yapışın parçalanmayın" ifadesine aykırı hareketle "takvanın gereğinin bilakis yapılmamasıdır" Her insanın takva istidadı farklıdır. Kâinatta her varlığın işlemi farklı fonksiyonlarla icra edilir. Takvanın sınırları Allah tarafından belirlenmiş, takva Allah tarafından emredilmiş akıbetin ve hayırlı sonucun takva sahiplerine ait olduğu bildirilmiş ve ayrıca takvanın insanın istidadına göre de yapılabilirliği Allah tarafından işaret edilmiştir.
* * *
Son olarak; takva Allah'tan sakınma, ruhun vicdanıdır. Ruh takva ile bezendiğinde nefis ona esir olur. Nefis dünya sevgisiyle bezendiğinde ruh nefse esir olur. Ef'ali mükellefin sahibi mümin kişi bu birimlerin her noktasında gösterdiği liyakatsizlikle kendine zulmeden 'zalim' unvanını alır. Nitekim Allah Fatır suresi 32. ayetinde şöyle buyurur:
"Sonra kitabı kullarımız arasından seçtiklerimize verdik, onlardan kimi kendisine zulmeder, kimi ortadadır, kimide Allah'ın izniyle hayırlarda öne geçmek için yarışır. İşte büyük fazilet budur".
serkan- ADMİN
- Mesaj Sayısı : 267
Yaş : 32
Nerden : istanbul
Kayıt tarihi : 21/05/08
Father
Benimle Oynarmısın:
(50/50)
Geri: TAKVA.....
paylaşım için teşekkürler...
ibrahim- ADMİN
- Mesaj Sayısı : 473
Yaş : 31
Nerden : İSTANBUL
Kayıt tarihi : 24/05/08
Father
Benimle Oynarmısın:
(50/50)
Geri: TAKVA.....
eyvallah...
serkan- ADMİN
- Mesaj Sayısı : 267
Yaş : 32
Nerden : istanbul
Kayıt tarihi : 21/05/08
Father
Benimle Oynarmısın:
(50/50)
Geri: TAKVA.....
ne demek..
ibrahim- ADMİN
- Mesaj Sayısı : 473
Yaş : 31
Nerden : İSTANBUL
Kayıt tarihi : 24/05/08
Father
Benimle Oynarmısın:
(50/50)
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz